9 Aralık 2025 / 00:32
spot_imgspot_img

Haftanın Yazıları

spot_img

Son Yazılar

Feminist Bir Başkaldırı: Sinema

Feminist Bir Başkaldırı: Sinema

Tarih boyunca kadınlar seslerini duyurmak için farklı yollar aramış; sanat da bu yollardan biri olmuştur. Etkileyici gücüyle sanat, kadınların dünyaya “Ben de buradayım!” deme çabasında önemli bir alan olmuştur. Ancak ne yazık ki bilimde olduğu gibi sanatta da kadınlar hep ikinci planda tutulmuş, hak ettikleri yeri almakta çok geç kalmışlardır. “Kadınlar fazla duygusal” denerek bilimden, iş dünyasından uzaklaştırılan kadınlar, ironik bir şekilde duyguların en yoğun hissedildiği sanat dünyasında da dışlanmıştır.

Çoğumuz Lumiere Kardeşler’in adını duymuşuzdur. Hatta “Sinemanın ilk filmi kimin?” diye sorsalar, tereddütsüz onları söyleriz. Ama ya Alice Guy-Blaché? Kaçımız onun adını duyduk? Aynı dönemlerde, hatta belki de daha öncü işlere imza atmış bu kadının adı neden bu kadar az biliniyor?

Lumiere Kardeşler yaklaşık 1000 kısa film yönetmişken Alice Guy-Blaché de benzer şekilde 1000’den fazla kısa ve uzun metrajlı film yönetmiş ve yapımcılığını üstlenmiştir. Üstelik sinema tarihinde kendi stüdyosunu kuran ilk kadın yönetmendir. Peki neden adı tarihin tozlu raflarına itilmiş?

Guy-Blaché, sinemanın emekleme dönemlerinde bile cesurca yeniliklere imza atmıştı. 1912 tarihli A Fool and His Money, tamamı Afro-Amerikan oyunculardan oluşan ilk filmlerden birisidir. 1906’da çektiği The Consequences of Feminism ise toplumsal cinsiyet rollerini hicivle ele alan etkileyici bir yapımdır. Buna rağmen, adı uzun süre sinema tarihinden adeta silinmiş gibiydi. Ta ki 1970’lerdeki feminist tarih araştırmaları onu yeniden gün yüzüne çıkarana kadar. Günümüzdeyse hakkında belgeseller çekiliyor, kitaplar yazılıyor. Geç de olsa hak ettiği değer veriliyor.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınların yaşadığı zorluklara odaklanan yapımların çoğu, Alice Guy-Blaché’den bu yana kadın yönetmenlerin ellerinden çıkıyor. Bu isimlerden biri de Chloë Fairweather.

Fairweather’ın yönettiği 2021 yapımı Ölümüne Boşanmak (Dying to Divorce), sadece bir belgesel değil; kadına şiddete ve kadın cinayetlerine karşı güçlü bir başkaldırı. Filmde anlatılan hikâyeler, kadınların hangi sosyoekonomik kesimde olursa olsun benzer acılar yaşadığını gözler önüne seriyor. Bu yapım, BAFTA Scotland’da “En İyi Film” ödülünü kazandı ve Fairweather’a “Yılın En İyi Yönetmeni” unvanını getirdi.

Ancak bu çarpıcı film, Türkiye’de ne yazık ki gösterilemedi. 2021 İstanbul Film Festivali’ne davet edilmesine rağmen, “toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddet temalarının politik açıdan hassas” bulunması sebebiyle geri çekildi. Bugün bile filme Türkiye’den VPN olmadan ulaşmak neredeyse imkânsız. Resmi bir yasaklama yok belki ama fiilen sansür uygulanıyor.

Bu durum bize gösteriyor ki; kadınların sesi, hâlâ bazı çevreler için “fazla yüksek” olabiliyor. Ama bu, kadınların konuşmaktan, anlatmaktan, üretmekten vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Aksine bu baskılar, daha da güçlü üretimlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Kadınlar yalnızca acılarını değil, dirençlerini ve umutlarını da sinema aracılığıyla paylaşıyor. Sinema dünyası kadınların hayatından kesitleri inceleyen birbirinden etkileyici filmlerle dolu. Her yeni film, her yeni hikâye bir başka kadına cesaret veriyor, yalnız olmadığını hatırlatıyor.

Bunca engellemelere, görmezden gelinmelere rağmen kadınlar sanatta hep var oldular ve var olmaya devam edecekler. Sinema gibi etkileyici bir alanda kadınların hikâyeleri her geçen gün daha çok yer buluyor. Çünkü güçlü kadınlar, güçlü toplumların temelidir. Kadınlar seslerini sanatta, sinemada, iş dünyasında kısacası hayatın her alanında duyurmaya devam edecekler.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar